20 Haziran 2011 Pazartesi

Bu Pislik Sizin! Biz Toz Bezi Değiliz!

  Bizler ev işçileri olarak hayatımızı, başkalarının çocuklarını eğiterek ve evlerdeki diğer işleri (yemek, temizlik, ütü, hasta ve  yaşlı bakımı v.s.)  yaparak kazanıyoruz.

Kimisine göre enformel sektörün en altındakiler, kimisine göre modern köleler, kimisine göre ise evlerinden yurtlarından köylerinden edinmiş kadınlarız. Nasıl tanımlarsak tanımlayalım özünde bu alan çalışanların alabildiğine sömürüldüğü ve horlandığı bir sektör.

            Rakamlar olayın ciddiyetini ve kapsamını daha kolay anlamamızı sağlayacaktır. Sadece İstanbul'da 400.000 (dört yüz bin)'in üstünde ev işçisinin olduğu tahmin ediliyor. Kadın haklarını savunmanın fiyakalı ve moda bir tavır olduğu günümüzde ev işçileri yalnız bırakılmaya ve görmezden gelinmeye devam ediyor.

            Devletin bu alandaki yetkili kurumları ev işçilerinin emeğini, ev işçilerinin belini büken kuralsız ve kayıtsız çalışma koşullarını görmezden geliyorlar. Hatta bu kurumlar bizzat kuralsızlığı teşvik ediyorlar. Çalışma Bakanlığı’nın sözde kayıt dışı çalışmayı önlemek amacıyla teşvik ettiği özel istihdam büroları kayıtsız ve kuralsız çalışmanın asıl kaynağı durumunda. Elbette ki devletin kurumları, tüm çalışanlar gibi ev işçilerinin de nerede nasıl çalıştığından haberdardırlar. Ancak sayısız sorun ve sıkıntının yaşandığı bu alanla sorunu giderme noktasında en ufak bir girişimleri yok.

Bu öyle bir sistem ki bir yandan erkek egemenliği ile kadını eve zincirlerken diğer yandan da anti demokratik ve baskıcı bir siyasal düzen yaratarak tüm sorunları çıkışsızlığa boğuyor. Bu düzen kan ve gözyaşı üzerinden dönüyor. Büyükşehirlerin pisliğini Hanifelerin, Nilgünlerin, Şengüllerin ve mağdur olan daha nicelerinin nasırlı elleri temizliyor. Bu kadınlar bir yandan çok düşük ücretlerle güvencesiz çalışmaya mahkum edilip emekleri sömürülürken bir yandan da kayıt dışı çalışmanın sonucu olarak yaşadıkları şiddete, tacize, tecavüze karşı seslerini yükseltemiyorlar.
           Nilgün’ün dramını hatırlayanlarınız olacaktır; karnında sekiz aylık bebeğini taşıyan 37 yaşındaki Nilgün Oğuz işvereninin yakını tarafından vuruldu. Nilgün bir anlamda işvereninin yakını ile yapmış olduğu kavganın anlamsız bir biçimde kurbanı oldu. Nilgün Oğuz’un yaşamı bu olayla birlikte kabusa döndü.
Nuriye iki çocuğuyla ayakta durmaya çalışıyor, yatılı çalıştığı işte maruz kaldığı ağır koşulardan kaynaklı omuriliği zedelendi ve çalışamaz durumda. Eşi işsiz, sürekli şiddet uyguladığı için boşanma davası açtı ancak hiç bir sosyal güvencesi olmadığı için bir yandan erkek şiddetiyle mücadele ederken çocuklarına nasıl bakabileceği belirsiz.
           Hasta oğlunun tedavisi için işten izin alamayan, dahası tam da bu nedenle işten atılan Şengül’ün hikayesi ise biz ev işçilerinin maruz kaldığı acımasız ve hoyrat yaklaşımı çok iyi anlatan bir başka örnek...
          Gündelikçi olarak çalışan Tokatlı bir kadın arkadaşımız çalışmaya gittiği evde; ev sahibi kadın dışarıya çıktığı sırada, ev sahibi erkek tarafından tecavüze uğrayıp öldürüldü. Sonra da ortadan kaldırılmak istendi.
            Bunlar sadece haberdar olduklarımız. Yaşanan taciz ve tecavüzler gibi bunun sonucunda intihar edenler gibi, cam silerken düşüp ölenler gibi sayısız olayın kapsamının ne boyutlarda olduğunu tahmin etmek güç.

       Hal böyleyken ev işçileri olarak bizler, bu amansız şartlarla mücadele etmek için, haklarımız için, dayanışmak için örgütleniyoruz.
         Yaşanan trajedinin ağırlığına karşın ev işçileri olarak bizler mücadeleye ve dayanışmaya inanmaya devam ediyoruz. Bu kapsamda başta hükümet olmak üzere devletin ilgili kurumları olan Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı'nı, Çocuk ve Aileden Sorumluğu Devlet Bakanlığı'nı, İş-Kur'u, Sosyal Güvenlik Kurumu’nu sorumluluğa davet ediyoruz. Sendikaları ve bütün sivil toplum kuruluşlarını mücadelemize destek vermeye çağırıyoruz.

Ev İşçileri Dayanışma Sendikası