Ev İşçiliği, Toplumsal Cinsiyet ve Örgütlenme1
Ev İşçileri Dayanışma Sendikası
(Katkıda bulunanlar: Ayşe A., Burcu K., Demet D., Demet H., Gülhan B., Gülşah H., Hoşgül M., Şöhret A.)
Giriş
“Ona
şöyle dedim: Ben hep sizin istediklerinizi yapıyorum. Ama benim de
kendi isteklerim var.” Bu sözler, ev işçileri toplantısına katılabilmek
için izin gününü pazarları kullanmak isteyen, ancak işverenin sürekli
kendi durumuna göre izin vermek istediği yatılı çalışan bir ev işçisi
arkadaşımıza ait. Sonuçta, işverenine kendi istediği izin gününü kabul
ettiren arkadaşımızın bu sözleri, bir kış öğleden sonrası küçük
toplantımızı ışıklandırdı. Zira mütevazı; ama inançla ve emekle
ilerleyen örgütlenme sürecinde her ev işçisi kendi işyerinde küçük de
olsa bir şeyleri değiştirmeyi başarıyor. Bunu diğer ev işçilerinin
deneyimlerinden cesaret alarak yapıyor.
Örgütlenme, belki
de ilk defa ev işçilerinin de, yukarıdaki alıntıda belirtildiği ‘kendi
istekleri’, arzuları ve ihtiyaçları olabileceğini hatırlattığı için bu
kadar önemli. Zira ev hâlâ mahrem/özel alan olarak görüldüğü, ev
işçiliği de işçilik olarak tanımlanmadığı için işverenler sürekli kendi
isteklerini dayatmakta, işin yükü ve niteliğini kendilerine göre
belirlemekte bir sakınca görmüyorlar. Böylesi adaletsiz bir güç
ilişkisine karşı ev işçileri örgütlenmesini yürüten kişiler olarak
kolektif bir çabanın ürünü olan bu yazıda, hep beraber şu sorulara yanıt
arıyoruz: Toplumsal cinsiyet eşitsizlikleriyle ev işçiliği arasındaki
bağı nasıl anlamalıyız? Ev işçileri hangi alanlarda sorun yaşıyorlar?
İlgili yasal düzenlemeler bu sorunların çözümüyle ilgili bize ne diyor?
Nerelerde eksik kalıyor? Göçmen ev işçilerinin özgül sorun alanları
neler? Örgütlenme süreci ne gibi engellerle karşılaşıyor? Ev işçileri
taleplerini nasıl oluşturuyor? Diğer ev işçilerine nasıl ulaşıyor?
Toplumsal cinsiyet ve ev işçiliği
Kullanım
değeri olan herhangi bir şeyi bir meta haline getiren, edindiği değişim
değeridir. Şeyler, piyasa denen yerde birbirleri ile mübadele edilirken
bu süreçte neyin karşılığında ne alınabildiğinin tespiti üzerinden bir
piyasa değerine kavuşurlar. Emeğin metalaşması da benzer bir süreçle;
ama bu sefer insana ait bir yetenek, kapasite ya da özelliğin değişim
değerine kavuşması demektir.
Ev işçiliği ile toplumsal
cinsiyet rollerinin kesişmesi de işte bu noktada kendini gösterir. Basit
bir ifade ile toplumsal cinsiyet rollerinin hali hazırdaki işleyen hali
olmadan profesyonel ev işçiliği mümkün olamazdı. Ev işçiliği, toplumsal
cinsiyet düzeninde kadınlık rolü ile özdeşleştirilmiş günlük hayat
pratikleri ve yeniden üretim halinin gerekli kıldığı hemen her türlü2 iş
ve sorumluluğun bir piyasa değerine kavuşarak metalaşması, yani artık
para karşılığı yapılmasıdır. Yeniden üretimin uygulamadan gelen bir
cinsiyeti olması sebebi ile profesyonel ev işi de bir cinsiyete kavuşur.
Ev içinde yapılması gereken her şeyin birinci derecede
sorumlusu kadın olarak görüldüğünden, ev işçiliği de sadece kadınlara has bir meslek alanı olarak kabul edilir.
Ev
işinin metalaşmasının toplumsal cinsiyet rolleri ile kesiştiği nokta,
ev işçiliği alanında yaşanan pek çok sorunun da başlangıç noktasıdır.
Herhangi bir üretim alanının belirli bir toplumsal tabaka ya da grup ile
özdeşleştirilmesi, bu özdeşleşme ile ortaya çıkan koşulların arasındaki
neden-sonuç ilişkilerinin nasıl yorumlanacağı meselesini de
muğlaklaştırır. Bunun yanı sıra gene herhangi bir grubun dışarıdan
gelecek etkilere kapatılması, oradaki sosyal devinim potansiyellerinin
toplumsal değişime dönüşmesinin de kısıtlanmasına sebep olur. Eğer
“işçiler kadın oldukları için mi, yoksa başka seçenekleri olmadığı için
mi ev işi alanında çalışmayı tercih ederler?” sorusunu bir seferde
yanıtlayamıyorsak, toplumsal cinsiyet rollerinin ev işi üzerinden
kurduğu tuzağa düşülmüş demektir. Söz konusu özdeşleşme meselenin ortaya
çıkışındaki sebep-sonuç dinamiklerini de bastırmış olur. Bunun
sonucunda alanın içine dahil edilenler için olanaklar kısıtlanır; süreç
kendi kendini yeniden üretir bir hal alır (1).
Profesyonel
ev işinin toplumsal cinsiyet rolleri ile kesiştiği noktada ortaya çıkan
bir diğer sorun da işin icra edildiği mecranın diğer üretim alanlarına
nazaran sahip olduğu farktır. Ev işi mahrem alanda icra edilir. Mahrem
ise tanım gereği formel ilişkilerin dışlandığı alandır. Başka üretim
alanlarında emeğin sınırını belirleyen mesai saati, üretim bandı gibi
imleyiciler, üretim özel alana taşındığında, diğer durumlarda ortaya
çıkmayan gerilimlerin de ortaya çıkmasına sebep olur. Özel alanda
formel ilişkileri sürdürme çabası, adeta iki hukuklu bir sistemde bir
düzen inşa etmeye benzer. Aşağıda örneklerle somutlandırılacak ev
işçilerinin yaşadıkları sorunlar bir açıdan tam da bu çok hukukluluğun
ortaya çıkardığı gerilimlerin bir sonucudur. Ev işçisi, evin yabancısı
bir işçi olmasına rağmen, ona gösterilen “sen aileden sayılırsın” türü
yaklaşımlar, aslında ilk bakışta evin formel bir üretim alanı olarak
kodlanmasına karşı bir tür işi insancıllaştırma çabası gibi görünür.
Ancak ev işçileri literatürünün de gösterdiği gibi bu çaba, ev işçisinin
işçi olma halini yadsıyarak mevcut emek-sermaye çelişkisini ortadan
kaldırmak; özel alanın özel koşullarından yararlanarak söz konusu emek
sömürüsünü arttırmak ya da en azından görünmez hale getirmek amacı ile
yapılan bir müdahaledir (2).
Ev işçiliğinin kalifiye
olmayan emek olarak addedilmesi, toplumsal cinsiyet ilişkileri açısından
bir başka sorun daha teşkil eder. Kalifiye emek, sadece formel
eğitimler ya da okullarda edinilen ve piyasanın değişen talepleri ile
doğru orantılı ve değişebilen bir şey olarak tanımlanırken, yeniden
üretim, tüm kadınların yaptığı, yapabildiği ya da yapmak zorunda olduğu
bir şey olarak görülür. Bu nedenle ev işçisi, gani olarak bulunabilen
bir emek arzına sahiptir. Dahası, bu alanda profesyonel olarak
çalışmayan tüm kadınlar da bu alanın doğal işçi rezervi konumuna
geçerler. Profesyonel olarak çalışmak isteyen ya da zorunda kalan tüm
kadınlar, her zaman en kötü ihtimalle ev işçisi olarak çalışabilirler
diye varsayılır. Zira zaten bütün bu işleri “doğal olarak” kendi
hanelerinde, dahası para karşılığı olmaksızın icra etmektedirler.
Türkiye’de ev işçisi kadınların “kadın” olarak adlandırılması, böyle bir
algının artık kendi kendini üreten bir gerçeklik haline geldiğinin en
net örneğidir. Bu durum da ev
işinin sınırlarının çizilememesine
yol açar. İş para karşılığı yapılsa dahi sanki formel olmadığı, hep
biraz kadının “doğası”nın bir uzantısı olduğu izlenimini yaratır.
Ev işçilerinin sorun alanları ve ilgili yasal düzenlemeler
Bu
bölümde, girişte çizdiğimiz arkaplana bağlı kalarak ev işçilerinin
yaşadıkları sorunlara ve ilgili yasal düzenlemelerdeki eksikliklere
eğiliyoruz. Yasal düzenlemelerdeki problemler ve eksiklikler aslında
yukarıda söz ettiğimiz bakış açısını yansıttığı için oldukça önemli.
Ancak yasaları bu bakış açısını tersine çevirecek önemli bir mücadele
alanı olarak gördüğümüz için hem mevcut araçları ev işçilerinin lehine
kullanmayı hem de yeni yasal düzenlemelerle ev işçilerinin her türlü
hakkını geliştirmeyi amaçlıyoruz.
Ekonomik ve sosyal sorunlar
Türkiye’de
ev işçileri, 4857 sayılı İş Kanunu kapsamı dışında bırakılmış durumda.3
Bu nedenle de işçi statüsündeki kişilerin yararlandığı haklardan
yararlanamıyorlar. Yani İş Kanunu hükümlerine göre çalışanların
faydalandığı haftalık 45 saatlik çalışma sınırı, yıllık izin, fazla
mesai ücreti, kıdem tazminatı, işten çıkarma için ihbar süresi, haksız
fesihte işe iade davası açma gibi hakları bulunmuyor. Bu da ev
işçilerini işveren karşısında son derece korumasız hale getiriyor.
İşveren istediği an işçiyi işten çıkarabiliyor. Geçerli bir neden sunmak
zorunda bile kalmıyor. Bu durumun tanınması için toplumsal cinsiyet ve
ev işçiliği bölümünde ele aldığımız toplumsal cinsiyetçi bakış açısının
değişmesi, ev işinin bir “iş”, ev işçisinin de “işçi” olarak
tanımlanması, kavranması ve içselleştirilmesi şart. Yasal düzlemde bunun
karşılığı, ev işçilerinin İş Kanunu kapsamına alınması olduğu kadar,
diğer ülke uygulamalarında olduğu gibi ev işçiliği sektöründeki bütün
özgüllükleri de içerecek şekilde bir Ev İşçileri Yasası hazırlanması
olabilir.4
Sosyal güvenlik mevzuatı açısından
bakıldığında, ev işçileri açısından geçmişe göre olumlu gelişmeler var.
Ancak bu gelişmeler, ev işçilerinin pratikte sosyal güvenceye kavuşması
anlamına gelmiyor. 5510 Sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık
Sigortası Kanunu’na gore, 1 yıl içinde ‘ücretli ve sürekli (30 günden
fazla)’ çalışan herkes sigorta kapsamına alındığı için tam zamanlı
çalışan ev işçilerinin de sigortalı olma hakkı var. Yasanın yürürlüğe
girdiği 1 Ekim 2008 tarihinden beri ev işçisi çalıştıranların işçileri
sigortalı yaptırması gerekiyor.5 İşveren sigorta prim payı yüzde 16,5,
işçi sigorta prim payı yüzde 14. Ev işçileri aynı zamanda 600 gün
çalıştıkları takdirde işsizlik sigortası kapsamına da alınıyorlar. Ancak
şu ana kadar bağlantıya geçtiğimiz ev işçilerinin arasında sigortalı
olan işçi sayısı yok denecek kadar az.
Gündelik
çalışanlar, sürekli çalışan statüsünde olmadıkları ve tek bir
işverenleri olmadığı için sigortalı olamıyorlar. İşvereniyle kısmi
süreli iş sözleşmesi imzaladığı takdirde işveren çalıştığı gün sayısı
kadar (örneğin ayda 5 gün) onu sigortalı yapabilir. Kalan günler içinse
isteğe bağlı sigortalılığını ev işçisi kendisi yapabilir. İşveren onu
sigortalı yapmadığı takdirde de isteğe bağlı sigortasını
kendisi
yatırma hakkı var. Ancak ev işçilerinin büyük çoğunluğunun yeşil kartlı
ya da eşleri üzerinden sağlık sigortasından faydalandıkları
düşünüldüğünde, isteğe bağlı sigortaya geçtiği anda sağlık sigortası
primi ödemesi de gerektiğinden neredeyse maaşının ciddi bir bölümünü
sigortaya yatırması gerekiyor. Bu da tek başına ya da eşiyle birlikte
evini geçindirmeye çalışan bir ev işçisi için ekonomik anlamda
karşılanabilecek bir yük değil. İşverene benzer konumda sigorta
kollarında prim ödemek ciddi bir eşitsizlik yaratıyor.6 Sonuç olarak,
yine ulaşabildiğimiz ev işçileri üzerinden isteğe bağlı sigorta
seçeneğini kullanan kimse olmadığını söylemek mümkün.
Sosyal
Güvenlik Kurumu’nun bir projesi kapsamında bir süredir üzerinde
çalışılan ve Avrupa Birliği’ne bağlı bazı ülkelerde uygulanan çek
sistemi gündelik çalışanların sigorta sorununu çözmeyi hedefliyor.7 Bu
sisteme göre, devlet bankalarla anlaşma yaparak ev işçisi çalıştıranlara
bir hizmet çeki veriyor. İşverenler çekleri doldurarak ev işçilerine
verdikten sonra ev işçileri de bu çekleri bankada bozdurabiliyor.
Örneğin, bir ev işçisinin 4 ayrı işvereni varsa, 4 ayrı çeke sahip
olması öngörülüyor. Bozdurma işlemi sırasında sigorta primleri ödenmiş
oluyor.
Kurumsal ve yasal değişiklikler, ne kadar umut
verici olursa olsun, pratikte uygulanmadığı sürece işlevsiz kalır.
Ücretli ve sürekli çalışan ev işçilerinin bile çok azının sigortalı
olduğu düşünüldüğünde, çek sisteminin gerçekte ne kadar uygulanacağı
tartışmalı. Uygulama için iki koşulun yerine getirilmesi gerekiyor:
Birincisi, ilgili kamu kurumları tarafından denetim yapılması ve
işverenlere yaptırım getirilmesi. İkincisi ise, güçlü bir sendikal
örgütlülükle ev işçilerinin kendilerinin sigorta takiplerini yaparak
işverene baskı kurmaları.
Ücretler açısından
bakıldığında, standart bir ücretlendirme mevcut değil. Ücretler semte,
bölgeye, yapılan işin niteliğine göre değişebiliyor. Ev işçileri
arasında iletişim ağları kuvvetlendikçe, çalışanlar aynı işi yapmalarına
rağmen daha düşük ücret alıyor olmalarına tepki gösterebiliyor; hak
talebinde bulunabiliyorlar. Ancak bunu yapabilen de şimdilik çok küçük
bir azınlık.
Çalışma koşullarıyla ilgili sorunlar
Her
ev işçisi ayrı bir insan. Herkesin anlatılacak ayrı bir hikayesi var.
Yine de yaşanılan sorunlar birlikte paylaşıldığında bazı genellemelere
ulaşabiliyoruz. Öncelikle yaşanılan pek çok sorun ev işçiliğinin bir “iş
tanımı” olmamasından kaynaklanıyor. İş tanımı eksikliği, ev işçilerinin
işverenin keyfi davranışlarına maruz kalmalarına neden oluyor. Bu tanım
eksikliğinin ve keyfiyetin sonuçları neler?
Birincisi,
asla ev işçilerinin kontrolünde olmayan uzun çalışma saatleri. İşveren,
normal mesaisi dışında işi çıktığında eve geç dönebiliyor; çocuk ve
hasta bakıyorsa ev işçisi onu saatlerce bekleyebiliyor. Bunun
karşılığında fazla mesai ücreti de verilmiyor. İşveren, çalışanların
izin gününü istediği şekilde, kendi programına göre değiştirme hakkını
kendinde görebiliyor. Zaman üzerinden gerçekleşen sömürüye en fazla da
yatılı çalışanlar maruz kalıyorlar. Zira işyeri ve
ev arasındaki sınırlar çizilmediği için işveren yatağına gidene kadar hizmet etmekle yükümlü oluyor yatılı çalışanlar.
İkincisi,
işe girerken yapılacağı taahhüt edilen işin içeriğinin sürekli
değişebilir; yoğunluğunun sürekli arttırılabilir olması. Yaptığımız bir
örgütlenme eğitimi çalışmalarında, çalışılan evlerin ayrıntılı görsel
temsilini çizerek sabahtan akşama kadar yaptığımız işleri yazdık. Bu
işler normalde “ev işi” adı altında nitelendirildiği için normalmiş gibi
gözüküyor. Oysa tek tek yazıya döküldüğünde ciddi bir vakit ve emek
alan işler. Çocuk bakıcısı olarak görev yapan birine yemek, ütü ve
temizlik yapma görevi de verildiğinde, aslında tam zamanlı bir kaç işi
tek bir kişi üstlenmil oluyor. Böyle koşullarda çalışan ev işçileri
kronik yorgunluk çekiyor; bir süre sonra dayanamayıp işten ayrılmak
zorunda kalabiliyor. İşlerin nasıl ve ne sıklıkta yapılması gerektiği de
işverenin takdirine bağlı oluyor. “Her gün kapı kollarını silmek,
halıları süpürmek” , “Her bir gömleği 45 dakika boyunca ütülemek zorunda
kalmaktan ötürü banyo yapmaya bile vakti kalmamak”, “Akşama kadar
temizlik yapıp villanın ancak yarısını bitirebilmek” , ev işçileri
arkadaşlarımızdan topladığımız verilere sadece bir kaç örnek.
Üçüncüsü
ve ev işçileri açısından en can alıcı olanı, ev işçisinin haysiyetini,
duygularını inciten, onun üstünde baskı kuran söz, tavır ve davranışlar.
Yediği yiyeceklere karışmak, bir şey kaybolduğunda hemen ev işçisini
suçlamak, işini yaparken tepeden konuşmak ve aşağılamak, işverenler
arasında oldukça yaygın olduğunu tespit ettiğimiz edimler. Bu tavırları
alışkanlık haline getirmiş işverenlerin yanı sıra her zaman böyle
davranmayan; ama ara sıra böyle davrandığı zaman aslında “aileden biri
gibi hissettirilen” ev işçisine birdenbire “konumunu hatırlatan”
işverenler de var. Her iki durumda da yaratılan tahribat çok ciddi, zira
birlikte çalıştığımız ev işçilerinin hafızasına böylesi olaylar
kazınıyor ve sorunlardan konuşulduğunda sürekli olarak bugünde yeniden
yaşanıyor. Özellikle böyle tavırlarla karşılaştığında daha çok kendini
suçlayan ev işçileri açısından bu tür davranışları kendisine dışsal,
işverenin sorumluluğundan gelen bir “mobbing” durumu olarak görmek ve
güçlenmek büyük önem taşıyor.
Ev işçilerinin yaşadığı
sıkıntılar, mobbing pratikleriyle sınırlı değil. Ev içi alanda
korunmasız olmak, kadına yönelik şiddetin her türünün yaşanmasına da
kapı açıyor. Yaşanan taciz, şiddet ve tecavüz vakaları azımsanamayacak
ölçülere varmış durumda. Tacizin sıradanlaşması ev işçisinin gündelik
rutininin de bir parçası. Korkarız ki, topladığımız verileri tek tek
yazsak bu yazıyı bitirmemiz de mümkün olmaz. O yüzden burada, bu konuda
yaptığımız atölye çalışmalarında ele aldığımız bazı olaylara değinmekle
yetinelim. Örneğin bir arkadaşımızın telefonla yaptığı bir iş
başvurusunda kendisinden fiziksel özelliklerinin de sıralanmasının talep
edilmesi ve açıkça güzel olup olmadığının sorulması. Bir diğer durumda,
işverenin çalışanına “sana anneler günü hediyesi alamadım, kendimi
hediye edeyim ister misin?” diye sorması. Ya da bir başkasının aldığı ev
hizmetinin bir parçası olarak işçisinin kendisine masaj yapmasını da
talep etmesi. Ya da bir diğerinin alkollü bir halde iken çalışanının
evdeki odasının kapısına dayanıp içeri alınmayı talep etmesi. Son
olarak ise, bir başka durumda işverenin açıkça çalışanına para
karşılığında kendisi ile birlikte olmasını teklif
etmesi. Üstelik
bunu gecenin bir yarısı, dahası Polenezköy gibi şehir merkezine çok
uzak bir yerde yaşarken yapması. Dediğimiz gibi, listelemeye
başladığımızda bitmeyen bir diğer önemli mesele de ev işçisinin uğradığı
tacizler konusu.
İşçi sağlığı ve iş güvenliği sorunları
Ev
bir işyeri olarak kabul edilmediği için, ev mekanında ev işçilerinin
yaşadığı kazalar, ölümler, hastalıklar da iş kazası, iş cinayeti ve
meslek hastalığı olarak tanımlanmıyor. Yeni çıkan 6631 sayılı İş Sağlığı
ve Güvenliği Yasası yine ev işçilerini kapsamına almış değil.
Ev
işçileri, aşırı uzun çalışma saatleri nedeniyle kronik yorgunluk,
sağlık koşullarına aykırı malzeme kullanımı nedeniyle deri hastalıkları,
fiziksel güç gerektiren iş yapmaktan dolayı bel, sırt ve diz
rahatsızlıkları, işverenin yoğun psikolojik baskısı ve şiddeti nedeniyle
depresyon gibi problemlerle karşılaşıyorlar. Özellikle psikolojik
rahatsızlıklar, evinde aile içi baskıya, işyerinde işverenin doğrudan
baskısına maruz kalan kadın ev işçileri için en önemli problem olarak
karşımıza çıkıyor. Bu sağlık sorunlarından bir kısmının meslek
hastalıkları olarak sınıflandırılması gerekiyor. Ancak şu ana kadar
böylesi bir sınıflandırmaya olanak tanıyacak saha verisi toplanmış
değil. İlgili meslek örgütlerinin sendikayla işbirliği içinde bu yönde
yapacağı bir saha araştırmasının meslek hastalıklarının tespiti için çok
önemli bir rol oynayacağına inanıyoruz.
İş cinayetleri
konusunda önemli bir gelişme, Mayıs 2011’de çalıştığı evin camını
silerken camla birlikte aşağıya düşüp hayatını kaybeden Fatma Aldal’ın
davasıyla ilgili Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı iş müfettişinin
hazırladığı rapor oldu (3). Müfettiş raporunda incelenen olayın iş
kazası olduğunu, kazalının sigortalı olarak kabul edilmesi gerektiğini
belirtiyor. Raporda ayrıca, “Her ne kadar evlerde yapılan işler İş
Kanunu’nda istisna kapsamında belirtilmiş olsa bile, meydana gelen olay
5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’nun 13.
maddesine göre iş kazasıdır; kazalı için SGK’ya prim yatırılmamış olsa
dahi, 5510 sayılı yasa gereği kazalıyı sigortalı olarak kabul etmek
gereklidir” deniyor.
İstihdam aracılarıyla ilgili sorunlar
2000’li
yıllara kadar ev işçilerinin iş bulma araçları kişisel ilişki ağlarına
bağlıydı. Ev işçileri ve işverenler arasında aracılık eden özel istihdam
büroları, 1990’larda ortaya çıksa da aracı kurumların yaygınlık
kazanması son on yılın ürünü. Bürolar, ev işçiliğinin piyasalaşma
sürecinin önemli bir parçası. Ancak her piyasalaşma sürecinin ilk
aşamalarında olduğu gibi, özel istihdam büroları sektörü de kamu
düzenlemelerinin ve denetiminin eksik olduğu,, işçilerin haklarını
koruyucu hiç bir hüküm içermeyen sözleşmelerin kullanıldığı, formel ve
enformel yapıların yanyana varolduğu bir sektör görünümü veriyor.
İşverenin el koyduğu değere kendisi de ortak oluyor. Formel olarak
İŞ-KUR’dan yetki belgesi alan firmalar, aracılık yapma hakkına sahip
oluyorlar. Bunun yanı sıra yetki belgesine sahip olmayan, evinin bir
odasını ofis haline getiren ya da sadece bir cep telefonuyla firma gibi
davranan kişiler de aracılık yapıyor.
Örgütlenme
sürecinde, sendika üyesi ev işçilerinin, sayıları 40’a varan özel
istihdam büroları üzerinden topladığı saha verilerinin göre, söz konusu
aracılar çalışanların kayıt bilgilerini topluyor; ancak işverenlerle
ilgili böyle bir kayıt bilgisi yok. Bazı durumlarda işverenler, işçi
istediklerinde büro, ortalama beş işçiyi kendi istediği zamanda çağırıp,
aynı anda işverenin karşısına çıkarabiliyor. İşçilere özel hayatlarıyla
ilgili her türlü soru rahat bir şekilde sorulabiliyor. Bazen kişiliğine
yönelik hakaretler bile edilebiliyor. Ev işçisinin, mülakata geldiği
gün kendi diğer işinden ve zamanından da feragat etmesi gerekiyor.
Büro
yöneticileri, işçilerin ve işverenlerin ihtiyaçlarını karşılaştırıp her
iki taraf için de uygun olan çözümleri bulmaktan çok, ev işçileri
açısından yeni bağımlılık ilişkileri yaratıyorlar. İşten çıkarmanın hiç
bir yaptırımı olmayan bir sektörde sirkülasyon çok yoğun olduğu için ev
işçileri sık sık yeni bürolara kayıt yaptırmak ve tıpkı işverende olduğu
gibi her büronun kendi keyfiyetine göre işleyen sistemine ayak uydurmak
zorunda kalıyorlar. Bunlara yasal olarak sadece işverenden kesilmesi
gereken; ama yetki belgesi olan bazı bürolarda bile ev işçisinin ilk
ücretinden kesilen komisyonu da ekleyelim. Bürolarda ev işçileriyle daha
düzgün ilişkiler kurabilen kişiler çıksa da bizim iletişimde olduğumuz
çalışanların çoğunun özel istihdam büroları hakkındaki düşüncesi
olumsuz. Yetki belgesine sahip olan -ancak denetlenmeyen- firmaların da
işçilere karşı sergiledikleri olumsuz tavırlar, aynı zamanda tek başına
sektörün düzenlenmesinin çalışan haklarıyla ilgili sorunları
çözemeyeceğinin de bir göstergesi .
Göçmen ev işçilerinin özgül sorunları
Türkiye’deki
ev işçiliği alanı 1990’ların başından itibaren yeni bir döneme girdi. O
güne kadar sadece Türkiyeli kent yoksulu kadınların istihdam edildiği
bu alan zaman içinde farklı ülkelerden gelen kadınların da çalıştığı bir
yer oldu. Bugün artık piyasanın geneline baktığımızda, “göçmen ev
işçisi” olgusunun bu alanın vazgeçilmez bir gerçeği olmuş olduğunu
görüyoruz.
Göçmen ev işçisi, basit bir sosyolojik
tanımlama ile fiziksel olarak ülkesinden ayrılması sebebi ile ait olduğu
sosyal çevresinden de koparılmış kişidir. Türkiyeli ev işçisi ile
patronu arasındaki ilişki, uzlaşmaz bir sınıfsal çelişki üzerine kurulu
olsa da, işçinin bir ailesi, çevresi, akrabaları olduğu bilgisi onu son
kertede işveren nezdinde “sahipli” bir kimliğe kavuşturur. Yani bir
nebze de olsa işçinin sömürülürlüğünü zorlaştırır. Bu durum, ev işinde
yasal düzenlemelerin olmadığı koşullarda dahi iki taraf arasında
görünmez de olsa bir çeşit hukukun inşa edilmesini sağlamıştır.
Oysa
göçmen ev işçisinin, işverenin hanesinden içeri girerken beraberinde
getirdiği en kritik bilgi “sahipsiz”liğidir. Göçmen ev işçisi, bir
taraftan iş ve göç alanındaki yasal düzenlemelerin, diğer taraftansa
kendi ailesi ve akrabalarının sosyal ve duygusal yönden sağlayacağı her
türlü koruma kalkanından mahrum bırakılır. Diğer taraftan da, toplumsal
cinsiyet kodlarının ürettiği kadına yönelik ayrımcılıklara maruz
kalarak, adeta saf bir bedene indirgenmiş bir kimliğe bürünür ve ev işi
alanında bu koşullarda çalışmaya başlar.
Bütün bu
“sahipsizlik” hallerinin ev işi alanında kendini iki somut başlıkta
gösterdiğini söylemek mümkün. Birincisi, yukarıda anlatıldığı gibi ev
işçilerinin yaşadığı tüm sorunlar, benzer biçimlerde; ama bazen daha da
şiddetli hallerinde, göçmen ev işçileri tarafından da yaşanır. Onlar da
Türkiyeli işçiler gibi yaptıkları işin içeriğinin sürekli değişmesi,
işveren kaynaklı duygusal, psikolojik ya da fiziksel şiddet ya da kronik
yorgunluk gibi sorunlardan muzdariptirler. Ancak tüm bu sorunları
katlayarak arttıran ya da belki bunlara yepyeni başka sorunlar ekleyen
fark, göçmen ev işçilerinin çalışma koşulları üzerinden pazarlık yapma
şanslarının çok daha az olması ve yatılı olarak çalışmak durumunda
kalmalarıdır. Yatılı çalışma, hem çalışma saatlerini arttırır hem de
göçmen işçinin iş ve evini tek bir mekânda toplayarak yukarıda da
bahsedildiği gibi özel alan ile formel iş arasındaki ayrımların çok daha
zor yapılabilmesine sebep olur. Bu durumda da ev işçisinin iş tanımına
neyin girip girmediği hususu daha da muğlaklaşır. İşçi, işveren
tarafından adeta eve ait bir şeymiş türü bir muameleye maruz kalır.
Göçmen
ev işçisine olan talep ile istihdam şirketlerindeki artış da birbiriyle
doğrudan ilgili süreçlerdir. Daha önceleri ev işçilerinin iş bulması,
daha çok sosyal bağlar üzerinden mümkün iken, piyasaya bu tür sosyal
bağları olmaksızın giren göçmen ev işçileri, istihdam bürosu adı ile
anılan aracı kurumların piyasanın genel yapısındaki önemlerini de
arttırmıştır. Böylece, istemeden de olsa bu aracıların piyasa genelinde
çok daha güçlü bir konuma sahip bir aktör haline gelmelerine vesile
olmuştur.
Göçmen ev işçileriyle ilgili son olarak sosyal
haklara dair yaşanan yakın dönemli gelişmeleri aktarmak gerekiyor.
Türkiye, yabancıların çalışmasının yasal çerçevesini ilk kez 2003’te
yasalaşan 4817 no’lu Yabancıların Çalışma İzinleri Hakkında Kanun ile
belirledi. Ancak söz konusu yasanın getirdiği uzun ve karışık bürokratik
koşulların yanı sıra bu koşulların göçmen ev işçileri piyasasının
işleyiş biçimine son derece aykırı bir şekilde işletilmeye çalışılması,
ev işçilerinin bu yasadan istisnai örnekler haricinde yararlanamamasına
neden oldu.
2011’den itibaren yapılan bir dizi düzenleme
ise devletin bu alanı bu sefer gerçekten düzenlemek arzusunda olduğunu
gösterdi. Öncelikle, göçmen ev işçilerinin çalışma izinleri,
yabancıların oturma izinlerini düzenleyen 5683 no’lu Yabancıların
Türkiye’de İkamet ve Seyahatları Hakkında Kanun’a yasaya bağlandı.
Ardından da bu yasal çalışma hakkından yararlanmak isteyen işçiler için
yasanın gerekleri doğrultusunda 2012’nin yaz aylarında geçerli olan bir
af çıkarıldı. Kaçak durumdaki göçmenlerin vize sürelerini aşma sebebi
ile ödemeleri gereken cezalarını ülke sınırlarını terk etmeden ödeyip
5683 no’lu yasa kapsamında çalışma iznine başvurma hakkı tanımasının
altyapısı sağlandı. Emniyet Genel Müdürlüğü Yabancılar Dairesi Çalışma
İzinleri Şube Müdürü Orhan Vural’ın belirttiğine göre, 2012 Şubat
ayından itibaren sekiz bin kişi bu yeni düzenlemeden yararlanmış durumda
(4). Bu gelişmeyle göçmen işçi, zorunlu sağlık sigortası gibi alanlar
üzerinden kayıt altına alınıyor. Ancak işveren kaynaklı şiddet gibi ev
işi alanında son derece sıklıkla rastlanan konularda işçinin konumunu
kuvvetlendiren ya da haklarını güvence altına alan bir düzenlemeye sahip
olmaması uygulamanın en önemli sakıncasını oluşturuyor.
Örgütlenme ve talepler
2009’da
çalışmalarına başlayan ev işçileri hareketi, işveren suistimaline ve
şiddetine maruz kalan pek çok işçiye maddi, yasal ve psikolojik destek
hizmeti sundu; işçilere iş olanakları yaratmak için enformel bir havuz
oluşturdu; ev işçilerinin sorunları hakkında farkındalık yaratmak için
basın açıklamaları ve protesto yürüyüşleri düzenledi. İstanbul’daki pek
çok mahallede ev toplantıları düzenledi; güvencesiz çalışma ve kadına
karşı şiddete karşı eylem platformlarında aktif olarak yer aldı. Ev
İşçileri Dayanışma Sendikası, 2011 yılının 15 Haziranı’nda tüzel kişilik
kazandı. Ev işçileri bir iş kolunda olmadığı ve işçi olarak
tanınmadıkları için sendika hakkında kapatılma kararı çıkarıldı.
Sendika, bu kararı temyiz etti; yargı süreci devam ediyor.
Sendikanın
kuruluşundan bir gün sonra imzalanan 189 No’lu Ev İşçileri Sözleşmesini
örgütlenme sürecimiz açısından çok önemli görüyoruz.8 Ev işçileri
mücadelesini yürütenlerin önemli katkılarıyla hazırlanmış, Türkiye’deki
ev işçilerinin sorunlarına da hitap edebilen, son derece ayrıntılı bir
metin bu. Sözleşme, ev işini “evin belirli bir üyesi veya tüm aile
fertleri için evde veya aile fertleri için icra edilen her tür iş”
olarak tanımlıyor ve ekliyor: “Bu işler arasında, çocuk, hasta ve özürlü
bakımı, ev temizliği, yemek yapma, ütü yapma, çamaşır yıkama, bahçe
bakımı, evin güvenliğini sağlama ve ailenin şoförlüğünü yapma gibi çok
çeşitli işler yer alır” (Madde 1). Ev işçisi ise, “yarı zamanlı
(part-time) ev işleri yapan; bir veya birden fazla işveren için çalışan;
ülke vatandaşı olan veya olmayan; evde yaşayan veya yaşamayan ev
işçilerini” kapsıyor. Sözleşmede, çocuk ev işçileri, çalıştıkları evde
yaşayan ev işçileri ve göçmen ev işçileri hakkında özel düzenlemeler de
mevcut.
Sözleşme, ev işçilerinin örgütlenme özgürlüğünü ve toplu
iş sözleşmesi imzalama hakkını tanıyor; ev işçilerinin kendi seçtikleri
sendikalara katılması için olanak yaratılması gerektiğini savunuyor
(Madde 3). Ev işçilerinin ücretlerini nasıl alacağı, haftalık dinlenme
saatleri, yatılı çalışanların dinlenme ve çalışma saatleri
düzenlenirken, analık hakkı da dahil tüm sosyal güvenlik haklarından
yararlanması, özgül koşullarından dolayı bu alanda gerekli
düzenlemelerin yapılması bekleniyor (Madde 10, 11, 12, 14). Her ev
işçisinin güvenli ve sağlıklı koşullarda çaarda çalışması gerektiğini
belirten Sözleşme ev işçilerinin özgül koşulları dikkate alınarak
gerekli iş sağlığı ve güvenliği tedbirlerinin alınmasını öngörüyor. İşçi
sağlığı ve güvenliği tedbirlerinin yanı sıra (Madde 13) ev işçilerinin
her türden istismar taciz ve şiddete karşı etkin biçimde korunması
görevini üye devletlere veriyor (Madde 9).
Sözleşme
ayrıca, özel istihdam bürolarının suistimaline karşı ev işçilerini
korumak için büroların işe alma ve yerleştirme koşullarının
belirlenmesi, gerektiğinde dolandırıcılık yapmış büroları yasaklayan
cezai yaptırımların getirilmesi ve ev işçilerinin ücretlerinden komisyon
alınmaması gibi düzenlemeleri de öngörüyor (Madde 15) (5).
ILO’nun
tavsiye kararlarında, bireysel standart bir sözleşmenin ev
işçisi-işveren ilişkisinde kullanılabileceği söyleniyor. Örgütlenme
eğitimi çalışmalarımız sırasında biz de böylesi bir bireysel sözleşmenin
taslağını hazırladık. Bunun
ardındaki motivasyonumuz
örgütlenmeyi daha ilk başından itibaren sadece eleştiri ve muhalefet
üstünden değil, değişimi sağlayacak çözüm önerileri üzerinden
geliştirmekti. Diğer bir deyişle, ev işçileri olarak yaptığımız
çalışmalarda, her alanda (istihdam büroları, sosyal güvenlik, şiddet…
vs.) şu sorunun yanıtını arıyoruz: “Hangi somut mekanizmalar şu an
yaşadığımız sorunları giderebilir ve talep ettiğimiz hakların hayatta
karşılığını bulmasına katkı koyabilir?”
Bizim üzerinde
çalıştığımız sözleşme örneği, yukarıda özet olarak saydığımız
problemlere yanıt olarak tek tek ev işçilerinin kendi sorunlarını
çözmesi yerine, standart bir iş ilişkisinde kurulmasını hedefliyor.
Çocuk bakıcısı, hastabakıcı, ev işleri asistanı, genel temizlik asistanı
gibi ev işlerini kategorilere ayırarak her bir işin gereklerini tarif
ediyor. Çalışma saatlerini, fazla mesai ücretlerini, izin günlerini
düzenliyor. Yatılı durumda barınma koşullarını, iş akdinin feshi
koşullarını da ele alıyor. Ev işçilerinin kullanacağı temizlik
malzemelerinin ve teçhizatın güvenliğini ve sağlığa uygunluğunu kayıt
altına alıyor. İhtilaf durumlarında neler yapılacağını belirtiyor.
Farklı
beklentileri olan, farklı ev tiplerinde oturan, farklı ihtiyaçlara ve
aile yapılarına sahip işverenlerle standart bir sözleşme imzalamanın
zorlukları akla gelebilir. Bu anlamda, belli esneklikler olması
gerektiği düşünülebilir. Ancak böylesi bir sözleşme, esneklik payı ne
olursa olsun, tam da söz ettiğimiz işveren keyfiyetini, girişte
açıkladığımız, ev işini zaten kadınların yaptığı doğal bir iş olarak
görülme durumunu ortadan kaldırmaya yönelik, zahmetli; ama bir o kadar
da gerekli bir düşünsel/pratik egzersiz.
Taleplerimizi bu
şekilde düşünerek, tartışarak, veri toplayarak formüle ediyoruz. Peki
ev işçilerine nasıl ulaşıyoruz? Türkiye’de sendikal örgütlenmenin
toplumsal algıdaki yeri zaten olumsuz. Ev işçileri alanında buna bir de
işyerinin ev mekânı olması, işçilerin dağınık olması, aile içi toplumsal
cinsiyet eşitsizliklerinin ev işçilerinin hareket kapasitesini
kısıtlaması, psikolojik sorunların istikrarlı bir katılımı engellemesi,
aşırı yoğun çalışma saatlerinin yarattığı zaman kısıtı gibi pek çok
özgül sınır da ekleniyor.
Örgütlenme eğitimleri tam da
bu sınırların ötesine geçerek eğitime katılan kişilerin birlikte ev
işçilerine ulaşabilmesi, sadece tanıdıkları üzerinden değil, kolektif
yöntemlerle çalışarak iletişim kanalları açabilmesini hedefliyor.9 Bir
kaçımız dışında hiç kimsenin geçmiş örgütlenme deneyimi yok. Bunu da bir
fırsat olarak görüyoruz; çünkü alışılmış yöntem ve tarzların dışına
çıkıp hep birlikte öğrenebiliyoruz. Çalışmamıza katılan kişiler,
sendikanın kurulma aşamasındaki örgütleyicilerin mahalle, ev
toplantılarında, otobüs duraklarında tanıştığı ve tanıştırdığı
kişilerden oluşuyor. Birbirine destek olurken, sorunları paylaşırken
gelişen sosyal ilişkilerin oluşturduğu bir grup bu.
Eğitim
çalışmalarının içeriğine dair bazı örnekler vermek gerekirse,
Haritalama çalışmasında ev işçilerinin yoğun olarak yaşadığı
mahalleleri, çalıştıkları semtleri, bunları birbirine bağlayan metro,
otobüs, tren istasyonlarını saptamaya çalışıyoruz. Henüz buralarda bir
örgütlenme faaliyetine sistematik olarak başlamasak da algıda yaratılan
küçük; ama önemli değişimler dikkate değer: Bir
katılımcı
arkadaşımız tren istasyonlarında ev işçisi olduğunu düşündüğü kişilerle
konuşmaya başlıyor, broşürümüzü dağıtıyor örneğin. Örgütlenme
perspektifiyle çevrenize bakmaya başladığınız zaman artık hiç bir şey
eskisi gibi değil.
Endüstri araştırması adı verilen,
stratejiyi yönlendirecek sektörel bilgi toplama çalışmasında özel
istihdam büroları hakkında bilgi topluyoruz. Her ev işçisi kayıtlı
olduğu çok sayıda istihdam bürosunun bilgisini bize getiriyor;
arkadaşlarından da bürolarla ilgili bilgi topluyor. Bunları biriktererek
sektöre dair bir resim oluşturmaya çalışıyoruz. Bundan kastımız, klasik
sendikal örgütlenmelerde aidat veren, sorunu çözülen, etkinliğe giden;
ama strateji belirlemede, talep formüle etmede aktif rol oynamayan
sendika üyesi kimliğini ters yüz edebilmek. Ev işçilerini daha en
başından örgütleyici, araştırıcı, sözcü haline getirmek.
Bu
çalışmanın yürümesi, daha fazla ev işçisine ulaşmaya çalışırken
elimizde daha anlamlı malzemeler birikmesini de sağlıyor. Örgütlenme
zorunlu olarak bağlantıya geçtiğimiz kişilerin gündelik yaşamdaki
sorunlarını dinlemeyi, paylaşmayı ve yapabildiğimiz ölçüde çözüm aramayı
gerektiriyor. Bazen şaşırtıcı bir şekilde, ev işçisi arkadaşlarımız
alamadıkları ücretleri için işverenlerini sendikaya şikayet edeceklerini
söyledikleri zaman bu işverenlerin hemen ücretleri ödediğine şahit
olduk. Özgüven kazanan arkadaşlarımızın çok düşük ücretlerini
yükseltebildiklerine, tacize uğrayan arkadaşlarımızın dava açabilecek
gücü kazandıklarına da. Ancak kimseye ve kendimize bugünden yarına bir
değişim vaat etmiyoruz. Birlikte olmanın keyfi, aşamalı olarak kazanılan
bir özgüvenle yavaş yavaş ilerliyoruz.
Yazımızı
örgütlenme çalışmalarına çok düzenli olarak gelen bir ev işçisinin yine
mütevazı gibi gözükebilecek; ama bizim için çok önemli bir müdahale olan
sözleriyle bitirelim:
“Beni ek çağırdığı gün için
vermesi gereken ücreti hatırlattım. Belki buraya (ev işçileri
toplantısına) gelmesem bunu söylemeye cesaret edemezdim.”
Ev
işçilerinde gerçek değişim, yasaların değişmesi kadar ev işçilerinin
gündelik hayatta yaptıkları bu müdahalelelerin belli noktalarda başlayıp
bütün semtlere ve illere sıçramasıyla, yayılmasıyla mümkün olacak.
Sendikal örgütlenme, kentsel mekândaki iletişim şebekelerini harekete
geçirme, bilgi ve deneyim aktarma yoluyla, “mahrem alan” olarak görülen;
ama her tür toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin en sağlam kalesi haline
gelmiş ev alanını içeriden fethederek dönüştürebilir mi? Girişte
çizdiğimiz toplumsal cinsiyetçi düzenin kodlarını çözmeyi ve
değiştirmeyi hedefleyen örgütlenmemizin meydan okuduğu soru bu olsun.
EVİD-SEN’in talepleri:
- Ev işi iş, ev işçisi işçi olarak tanınsın. Ev işçileri İş Kanunu kapsamına alınsın.
-Özgül düzenlemeler için ev işçilerinin katılımıyla Ev İşçileri Yasası çıkarılsın.
-ILO Ev İşçileri Sözleşmesi hükümet tarafından imzalansın.
- 6331 sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği Kanunu'nda kapsam dışı bırakılan ev hizmetleri alanı kapsam içine alınsın.
-Standart bireysel iş sözleşmesi kabul edilsin.
-Göçmen işçiler ev işçilerine tanınan ve tanınacak bütün haklardan eşit olarak faydalansın.
-Ev işçileri bütün sigorta kollarından yararlansın.
-İşverenlerin denetimi yapılsın.
-Ev işçilerinin sendika kurmalarının önündeki yasal engeller kaldırılsın.
Dipnotlar: 1 Bu yazı, Ev İşçileri Dayanışma Sendikası’nın Haziran
2012’den beri sürdürdüğü eğitim ve örgütlenme toplantılarına katılan bir
grubun ortak çalışmasıdır. Bu grubun içinde ev işçileri ve akademisyen
aktivistler birlikte yer almaktadır. 2 Yeniden üretim pratiklerini
biyolojik üreme ve emeğin yeniden üretilmesi için gerekli her türlü
eylem olarak ifade etmek mümkün. Bu anlamda, aslında seks de yeniden
üretimin gerekleri arasında yer alır. He türlü ev işi (bakım, temizlik,
vs.) tek bir meslek alanına ait gibi algılanırken, seks işçiliğinin ayrı
bir iş alanı olarak inşa edilmesini ahlaki kodlar üzerinden kadın
bedeni ve kimliğine yapılan bir başka müdahale olarak yorumlamak mümkün.
3 4857 sayılı İş Kanunu, Madde 4 (e) bendinde ev hizmetleri alanında bu
Kanun ve hükümlerinin uygulanmayacağını belirtiyor. 4 Bu yazının
kapsamında ele alamıyoruz; ancak örneğin Güney Afrika Ev İşçileri
Yasası, sendikal mücadele sonucu edinilen fazla mesai, yıllık izin,
kıdem tazminatı gibi pek çok hakkı içeren önemli bir örnek. Bkz.
http://www.mywage.co.za/main/decent-work/domesticworkersrights. 5 Evde
işçi çalıştıranların Sosyal Güvenlik Kurumu’nun ilgili müdürlüğüne
giderek tescil yaptırması, daha sonra bu tescilin ait olduğu ayın 23’ü
akşamına kadar elektronik ortamda “aylık sigorta prim ve hizmet
belgesi”ni SGK’nın ilgili sigorta müdürlüğüne vermeleri, primleri de o
ayın sonuna kadar ödemeleri gerekiyor. 6 Bu noktada ev hizmetleri
alanının 193 sayılı Gelir Vergisi Kanunu’nun 23. Maddesine göre gelir
vergisinden muaf olduklarını hatırlatmakta yarar var. 7 Çek sisteminin
tartışıldığı Sosyal Güvenlik Kurumu toplantısına EVİD-SEN Genel Başkanı
Gülhan benli da katıldı. Bu sistemin olumlu ve olumsuz yönlerinin sendika üyelerinin
kendi aralarında değerlendirdiğini de belirtelim. 8 ILO Sözleşmesiyle
ilgili bilgilerde Özge Berber-Ağtaş’ın uzmanlığından faydalandık.
Kendisine teşekkür ediyoruz. Sözleşmenin tam metni için bkz.
http://www.ilo.org/wcmsp5/groups/public/---ed_protect/---protrav/---travail/documents/publication/wcms_161104.pdf
(16.01.2013) 9 Örgütlenme eğitimlerinde Uluslararası Taşımacılık
İşçileri Federasyonu’nın Türkçeye çevrilen Örgütlenme Kılavuzu’nu ev
işçileri sektörüne uyarlayarak kullanıyoruz.
https://www.itfglobal.org/education/organising-manual.cfm (16.01.2013)